#bülten
#bülten
ŞİDDET VE
CEZASIZLIĞA KARŞI
25 KASIMDA ALANLARA!
Kasım 2025
Son dönemlerde yaşadıklarımız özellikle genç kadınlar açısından, toplumsal tahakkümün yeni bir evresine sürüklendiğimizin açık bir göstergesi. Siyasi baskı ve otoriterleşme, politikayı, toplumsal hayatı, aileyi, eğitimi yeniden biçimlendiren faşist bir inşa süreci olarak ilerliyor. Bu süreç, genç kadınların yaşamını kuşatıyor. Yurtlarda, kampüslerde ve sokaklarda baskının ve yoksulluğun sonuçlarını iki kat daha ağır biçimde yaşamaya itiyor.
MEDENİ KANUN’A VE KADINLARIN KAZANIMLARINA KARŞI “AİLE YILI” GERİCİLİĞİ
İktidar, çocuk, aile ve toplumsal düzen alanlarında değişiklikler öngören 11. Yargı Paketi gibi düzenlemelerle toplumsal tahakkümü derinleştiriyor. Bu paket, “aile bütünlüğü” ve “toplum ahlakı” kavramlarını öne çıkararak özellikle LGBTİ’leri hedef alan, çocuklara yönelik cezai uygulamaları artıran ve toplumsal yaşamı ahlaki denetim altına alan hükümler içeriyor. Dolayısıyla bu sadece bir “hukuk reformu” değil toplumsal hayatın yeniden biçimlendirilmesi anlamına geliyor. Kadınlara yönelik saldırılar bu süreçte hem bir araç hem de bir sonuç olarak işleniyor.
Faşizmin inşa süreci, Medeni Kanun’a saldırılar ve “Aile Yılı” propagandasıyla ideolojik bir yön kazanıyor. Medeni Kanun’a saldırı, hukuken ‘eşit’ sayılabilecek hakların kapsamı dahi daraltılmaya çalışılıyor. Mevcut tablonun hedefi; kadınları kamusal hayattan, eğitimden ve iş yaşamından uzaklaştırıp aileye bağımlı hale getirmek ! Düşen doğurganlık oranları, sermaye açısından “ucuz ve sürekli yenilenen işgücü”nün daralması demek olduğu için bir “nüfus krizi” olarak sunuluyor ve bunun faturası genç kadınlara çıkarılıyor.
Devlet politikaları evliliği ve çocuk sahibi olmayı teşvik ederek genç kadınlara “kendi yaşamını kurma, aile içinde konumlan” mesajı veriyor. Bu bağlamda önümüzdeki on yılın “Aile On Yılı” ilan edilmesi, genç kadınlar açısından bireysel özgürlüklerin baskılandığı ve toplumsal eşitsizliğin derinleşeceğini gösteriyor. Bu saldırı : sermayenin ihtiyacı doğrultusunda kadınları yeniden geleneksel rollere ve ücretsiz bakım emeğine mahkûm etmeyi hedefleyen bir nüfus politikası aracıdır. Bu saldırı, genç kadınları hem ekonomik olarak aileye bağımlı hale getirmeyi hem de ideolojik olarak itaat altına almayı amaçlıyor.
YOKSULLUK VE ŞİDDET
Derinleşen ekonomik kriz genç kadınların yaşamını daha da ağırlaştırıyor. Kadın işsizliği genel işsizliğin üzerinde seyrediyor; özellikle genç kadınlar güvencesiz, düşük ücretli ve kayıt dışı işlerde yoğunlaşıyor. Bu güvencesizlik çoğu zaman ödenmeyen maaşlara, mobbinge ve işyerinde taciz vakalarına yol açıyor. İş bulamayan ya da kendi geçimini sağlayamayan genç kadınlar ise ailelerine bağımlı hale getiriliyor. Bu bağımlılık, birçok evde şiddetten kaçamamanın başlıca nedeni oluyor. Kadına yönelik şiddet, bu faşist toplumsal inşa sürecinde bir kontrol mekanizması olarak işliyor: failler korunuyor, kadınlar ise itaat etmeye zorlanıyor. Cezasızlık politikaları derinleştikçe kadınlar her geçen gün daha büyük bir tehdit altında yaşamaya mahkûm ediliyor.
(TÜİK) verilerine göre 2025 Mayıs ayında genel işsizlik oranı %8,4 iken, kadınlarda bu oran %11,9 seviyesinde. Genç kadınlarda (15– 24 yaş) işsizlik oranı çok daha yüksek ve 20 %’leri buluyor.
(TÜİK) verilerine göre 2025 Mayıs ayında genel işsizlik oranı %8,4 iken, kadınlarda bu oran %11,9 seviyesinde. Genç kadınlarda (15– 24 yaş) işsizlik oranı çok daha yüksek ve 20 %’leri buluyor.
ŞİMDİ NE YAPMALI?
Bu gidişat karşısında genç kadınların ilk yapması gereken şey, umudunu kızkardeşlik bağına yaslanarak korumak, her geçen gün büyütmek. Umut etmeli çünkü sadece 19 Mart’ı düşündüğümüzde bile kadınların hareketin en önünde ilerlemesi, sloganları tüm güçleriyle atmaları bunca zamandır biriken öfkenin dışavurumuydu. Şimdi ise girdiğimiz yeni dönemin saldırılarına karşı sürekli biriktirerek, sürekli karşılık vermek zorundayız. Çünkü bu gidişata hemen dur demezsek yarın daha kötü bir geleceğin bizi beklediğini biliyoruz. Lise sıralarından kampüs çimlerine, tezgahlardan semt parklarına kadar baskıya, sansüre, şiddete uğradığımız her yeri mücadelemizle kazanmak bizim elimizde. Bir sokak lambasının yanmamasının yarattığı kaygı da, sınıf arkadaşlarımızdan gördüğümüz zorbalık da, kampüste yaşadığımız taciz de, yurtta hijyen ürünleri eksikliğinden yayılan hastalıklar da saray rejiminin politikalarının bir sonucu. Bu rejimin bizi yoksul, yoksun, yorgun, yalnız bırakmasına karşı sınıf sınıf, sokak sokak bir araya gelip dayanışma birlikleri kurmalı, haklarımız için mücadele etmeliyiz.
SARAY REJİMİNE SON!
ŞİDDET VE CEZASIZLIĞA SON
25 KASIMDA ALANLARA!
Bir semtte bir kadın korosu, lisede bir okuma grubu, üniversitede kadın kulübünün bir mücadele aracı olması, iş yerinde kadın arkadaşlarımızla haklarımızı öğrendiğimiz bir etkinlik; bunlar ile yola böyle başlamak bile çok fazla şeyi değiştirebilir. Neden kadın kulüpleri saray düzeninin faşist bir rejim inşaasına karşı mücadelenin motoru haline gelmesin, liselerde CİTÖK (Cinsel Tacizi Önleme Kurulu) kurulmasın, semtlerde genç kadınların örgütlediği kadın dernekleri kurulmasın? Bunların hepsi bir kişinin elini taşın altına koyması ve çevresini de mücadele etmeden kazanılamayacağına ikna etmesiyle birlikte çorap söküğü gibi gelebilir. Bu yüzden bu 25 Kasım’da panoları süsleyelim, kampüsleri ve sokakları sloganlarımızla dolduralım. Yarın daha güzel bir geleceğe uyanmak için kızkardeşlerimizin elini tutalım!
2025’in 25 Kasım’ına giderken, günümüzün saldırı ve baskı koşullarını anlamak için 25 Kasım’ın tarihsel köklerine bakmak gerekiyor. Dominik Cumhuriyeti’nde Trujillo diktatörlüğüne karşı mücadele eden Mirabel Kardeşler Patria, Minerva ve María Teresa 25 Kasım 1960’ta rejim tarafından katledildi. Bu siyasi cinayet, kadınların diktatörlüğe, şiddete karşı direnişinin evrensel bir sembolüne dönüştü. O günden bugüne 25 Kasım, kadınların şiddete ve eşitsizliğe karşı mücadelesinin uluslararası günü olarak anılıyor.
EMEK GENÇLİĞİ İLE YÜRÜ!
Kadınları şiddet ve güvensizliğe mahkum edenler, cinsiyetçiliği ve kadın düşmanlığını her gün yeniden üretiyor; cezasızlık politikalarıyla kadın cinayetlerini meşrulaştırıyor. Bu şiddet sarmalına ve saray düzenine karşı mücadelemiz var! Kadınların ezildiği, yaşamlarının kontrol altına alındığı bir sistemden güç ve çıkar sağlayan sermaye düzenine karşı ancak birlikte karşı koyabiliriz! O yüzden bugünkü mücadele hattımız da sadece “hayır” demek için değil, alternatif yaratmak için; sadece direnmek için değil, kazanmak için; sadece yaşamak için değil, eşit, özgür ve onurlu yaşamak içindir. Emek Gençliği olarak tüm genç kadınlara çağrımızdır; sadece bu 25 Kasım’da değil ancak bugünden başlayarak her gün; yurtlardan fakültelere, semtlerden liselere dayanışmayı, birliklerimizi ve eşit, özgür, güvenli bir yaşam için örgütlü mücadeleyi birlikte büyütelim!